Sinema, 100 yıldan fazla olan geçmişiyle insanların günlük yaşantılarına, insanlığın başından geçen belli başlı tarihi olaylara ve hayal dünyasına kendi yöntemiyle ışık tutuyor. Eşcinsel sinema ve heteroseksüel sinema diye bir ayrım yapmak benim de hoşuma gitmiyor ama maalesef bazen böyle analizler yapmak için bu tarz kategorizasyonlar gerekli olabiliyor. Sinema endüstrisi ilk eşcinsel örneklerini sinemanın ortaya …
Hollywood ve Yeşilçam’da Eşcinsel Sinemanın Geçmişi
Sinema, 100 yıldan fazla olan geçmişiyle insanların günlük yaşantılarına, insanlığın başından geçen belli başlı tarihi olaylara ve hayal dünyasına kendi yöntemiyle ışık tutuyor.
Eşcinsel sinema ve heteroseksüel sinema diye bir ayrım yapmak benim de hoşuma gitmiyor ama maalesef bazen böyle analizler yapmak için bu tarz kategorizasyonlar gerekli olabiliyor.
Sinema endüstrisi ilk eşcinsel örneklerini sinemanın ortaya çıktığı 1890lı yıllarda vermiş olsa da toplumsal ahlakın zamanla heteroseksüellik dışındaki cinsel yönelimleri ötekileştirmesi sebebiyle uzun yıllar boyunca eşcinsel karakterlere ya da kurgulara sahip filmler ya çekilmemiş ya da gizli kalmıştır.
Bütün bu toplumsal baskıların gölgesinde Amerikan sinemasının, Hollywood’un, ilk eşcinsel örnekleri erkek eşcinsel karakterlerin filmlere girmesiyle başlamıştır. Gay karakterlerin olduğu ilk Amerikan filmi bir Thomas Edison filmi olan ‘The Gay Brothers’ (Gay Kardeşler)’dir (1895). Eşcinsellerin sinemaya ilk girişleri sadece filmlerdeki komedi ve
güldürü unsurlarını güçlendirmek amacıyla olmuştur. Filmlerin sonuna doğru bu eşcinsel karaterler yok olup giderlerdi ve filmin ana teması üzerinde çok etkileri yoktu. Kadın eşcinsel karakterlere gelecek olursam eğer, lezbiyenlerin sinema sahnesine ilk çıkışı Avrupa’da oldu. İlk Lezbiyen filmi Georg Wilhelm Pabst’ın yönettiği ve bir Alman yapımı olan ‘Pandora’nın Kutusu’dur. Lezbiyen karakterler Hollywood’a Avrupa’dan çok sonra gelmiştir. Eşcinsel kadınlar da erkek eşcinsellerde olduğu gibi filmlerde komedi, ya da kurguya küçük heyecanlar katmak amacıyla kullanılmıştır. 1950ler ile birlikte lezbiyenlik bir elin parmağını geçmeyecek kadar filmde gizli tema ya da küçük mesajlar halinde seyirciye sunulmuştur.
Eşcinsel temaların, Hollywood’da, açık açık ve filmin ana teması olarak seyirciye sunulması ancak 1990larla
hayatımıza girmiştir. Özellikle 2000li yıllarda yapılan biyografi ya da belgesel nitelikli filmler eşcinsel sinemanın yükselişine önemli katkılarda bulunmuştur. Çoğumuzun bildiği ‘Blue is the Warmest Color’, ‘Milk’, ve ‘Brokeback Mountain’ gibi filmler eşcinsel sinemanın desteklenmesi adına uluslararası festivallerde ve Oscar’larda birçok ödüle layık görülmüştür.
Gelelim güzide, hepimizin gençliği, çocukluğu Yeşilçam’a.
Türkler zaten Avrupa ve Amerika’ya nazaran sinemayla yaklaşık bir 30 yıl gecikmeli olarak tanışmıştır. Haliyle, toplumsal ahlakın da aynı derece de yavaş hoşgörülü hale geldiğini de düşünürsek, eşcinsel sinemanın Yeşilçam’da tarihi en fazla 50 yıllık bir geçmişi var ama erkeklik algısının Batı’ya göre daha katı olmasından ve kadınların beyaz perdede daha kolay birer cinsel obje olarak kullanılabilmesinden kaynaklı olarak Hollywood’un aksine Yeşilçam, sinemada eşcinselliğe kadınlarla adım atıyor. İlk olarak beyaz perde de lezbiyen eğilimi gösteren kadınlar görmeye başlıyoruz.
Yeşilçam’da ilk eşcinsel karakter barındıran film ise 1962 yapımı ‘Ver Elini İstanbul’dur. Türk sinemasında iki kadın (Mualla Kavur ve Leyla Sayar) ilk defa bu filmde öpüşür. Bunu izleyen yıllarda da lezbiyen ilişkiler sadece seyirciyi tahrik etme ve yine komedi unsuru olarak kullanılır. Osmanlı hareminde birbirleriyle lezbiyen ilişki yaşayan cariyeler ve 1970lerin sonları ile 1980lerde tırmanışa geçen Yeşilçam seks filmleri furyasına hizmet eden kadın eşcinsel karakterler yapımcı ve yönetmenler tarafından kar amacıyla oldukça fazla kullanılmıştır. Arada Bülent Ersoy ve Zeki Müren’in de boy gösterdiği birkaç filmi de unutmamak gerek tabii ancak o filmlere de eşcinsel içerikli film demek oldukça zor. Yine de bu ikiliye olan saygımdan ötürü bir cümle de olsa bahsetmek istedim.
On yıllar süren can çekişmeden sonra erkek eşcinsel karakterler de Yeşilçam filmlerinde yerlerini almaya 1990ların başında başladı. Bunun ilk örneklerinden bir tanesi Uzay Heparı ve Mehmet Teoman’ın rol aldığı 1993 yapımı ‘Gece Melek ve Bizim Çocuklar’ adlı filmdir. Bu filmi 4. Murat’ın eşcinsel olduğuna dair mesajlar barındıran ve büyük spekülasyonlara yol açan 1996 yapımı ‘İstanbul Kanatlarımın Altında’ filmi izlemiştir. Tabi bu gibi filmlerde eşcinsellik tüm yönleriyle ve ciddi şekillerde ele alınmıyor. Bunu yapan Ferzan Özpetek’in Hamam’ı ve 2008 yapımı ‘Kraliçe Fabrika’da’ gibi filmler hala kamuoyundan tepki alıyor ve sansüre uğruyor. Ayrıca 2011 yapımı Zenne’den bu yazıda bahsetmemek olmaz. Yaşanmış bir hikayeden konusunu alan Zenne de gösterime girdiği dönemde kamuoyundan bir sürü tepki almış ve Türkiye toplumunun hassas noktalarından birine parmak basmıştı.
Uzun lafın kısası eşcinsel sinema hala eşcinsel karakterlerin derinlemesine incelenemediği, onların komedi unsuru olarak kullanıldığı, bazı yönetmen ve senaristlerin duyarlı görünmek amacıyla yaptığı işlerden oluşuyor. Buna rağmen bu işler gelecekteki eşcinsel sinema için bir miras oluşturuyor.