2017, LGBT sineması için kayda değer bir yıl oldu. Golden Globe'da birden fazla adaylık kazanan, hoşgörülü, İtalyan aşıkların hikayesi Call Me by Your Name; trans topluluğunun yaşadığı zorlukları anlatan, güçlü belgeseller Kiki ve The Death And Life Of Marsha P Johnson; Yorkshire Dales'in derinliklerinden çıkış yakalayan God's Own Country; lezbiyen yayıncı kadınların hikayesini anlatan bağımsız komedi …
2018’de Vizyona Girecek Olan En Önemli LGBT Filmleri
2017, LGBT sineması için kayda değer bir yıl oldu. Golden Globe’da birden fazla adaylık kazanan, hoşgörülü, İtalyan aşıkların hikayesi Call Me by Your Name; trans topluluğunun yaşadığı zorlukları anlatan, güçlü belgeseller Kiki ve The Death And Life Of Marsha P Johnson; Yorkshire Dales’in derinliklerinden çıkış yakalayan God’s Own Country; lezbiyen yayıncı kadınların hikayesini anlatan bağımsız komedi Women Who Kill ve HIV’le bir ömür boyu ilişkiyi anlatan Pushing Dead gibi harika filmler bu seneye renk kattı.
Beyaz ekranda eşit temsil için gidilmesi gereken hala çok yol varken, 2018 bu konuda ileri adımların devam edeceği bir sene olacağa benziyor. 2018’de trans tecrübesinin derinliklerine, eşcinselliğin katı dini gruplar çerçevesindeki gerçekliğine, dönüştürme terapilerine, cinselliğin ve cinsiyetin sınırlarına ve LGBT sosyo-politik aktivizmine daha yakından bakacağız.
A Fantastic Woman
Yeni kaybettiği partnerinin ailesi tarafından dışlanan bir trans kadının hikayesi. Kadının tecrübesi, kederi ve toplumun kadına olan borcu filmde işlenen konulardan. Sosyo-politik bir film olması açısında 120 BPM’e benzeyen film, aynı zamanda da hayat dolu ve kışkırtıcı. Filmin en önemli yanlarından birisi trans oyuncu Daniela Vega’nın başrolü üstlenmesi.
Disobedience
Naomi Alderman’ın romanında uyarlanan filmin başrollerini Rachel Weisz ve Rachel McAdams üstlenirken, filmin yönetmenliğini Sebastian Lelio yapacak. Kuzey Londra’da bir Yahudi mahallesinde geçen filmde, çocukluk arkadaşıyla tekrar iletişime geçen ve ilişkisi arkadaşlıktan ötesine evrilen bir kadının hikayesi anlatılacak. Yönetmen, ikna edici ve gerçekçi kadın portreleri çizmesiyle tanınıyor.
The Shape of Water
Guillerme Del Toro’nun yönettiği bu film, beklenen LGBT filmleri konuşulurken göz ardı edilebilir ancak eleştirmenlerden harika eleştiriler alıyor. Harika bir kadrosu olan film, romantik bir bilim kurgu ve muhafazakarlığa karşı olan savaşı ve dışlananların yer arayışını konu alıyor. Konu hakkında çok şey anlatmak istemiyoruz çünkü film gerçekten sürprizlerle dolu. Kendisini heteroseksüel olarak tanımlayan Del Toro’nun, toplumun uçlarında yaşayan insanların bu derece güzel bir portresini çizmesi büyüleyici.
The Wound
John Trengove’un yönettiği Güney Afrika filmi, en iyi ilk film dalında Sutherland Ödülü kazandı. Güney Afrika’daki Doğu Cape’te geçen film, eskiden kalma sünnet geleneklerini ve bastırılmış cinselliği konu alıyor. Xhosa toplumunun adetlerine yakından bakma fırsatı bulduğumuz filmde yönetmen, aynı A Fantastic Woman’da olduğu gibi toplumdan kişilerin kadroya alınmasına dikkat etmiş.
The Miseducation of Cameron Post
Birkaç yıl önce Appropriate Behaviour isminde oldukça komik bir biseksüel romantik komedisine imza atan Desiree Akhavan filmin yönetmenliğini üstleniyor. 90’ların başında başka bir kızla seks yaparken yakalanan ve dönüşme terapisine zorlanan bir kızın hikayesinin anlatıldığı filmin başrollerini Chloë Grace Moretz ve Sasha Lane paylaşıyor. Eşcinsel dönüştürme terapisi anlatan bir film izlemeyeli çok olmuştu ve bu konuyu anlatan But I’m a Cheerleader gibi komik filmlerin aksine bu çok daha karanlık görünüyor.
Vita and Virginia
Başrollerini Elizabeth Debicki ve Gemma Alderton’un paylaştığı, Britanyalı Tanya Button tarafından yönetilen film, Vita Sackville-West ve Virginia Woolf’un hikayesini anlatan romantik bir biyografi. Daha önce Virginia Woolf’u ve cinselliğini konu alan filmler olmuştu ama bu kadınsı tutkulara bakış açısı ve Woolf’u tasvir edişi yönünden bambaşka olacağa benziyor.