T24’ten ŞEBNEM SORAL TAMER, dünyaca ünlü açık eşcinsel yönetmen Ferzan Özpetek’le söyleşti. İşte bu söyleşiden önemli bölümler: Çok sevdiğiniz İstanbul’u terk edip başka bir ülkenin insanı olmak kolay mıydı? İlk zamanlar gerçekten zordu ama şu an İstanbul o kadar değişti ki… Mesela Kalamış, ben orada doğdum ve 17 yaşıma kadar da orada yaşadım. Ben 6-7 …
Ferzan Özpetek’le Filmlerindeki Eşcinsellik Hakkında
T24’ten ŞEBNEM SORAL TAMER, dünyaca ünlü açık eşcinsel yönetmen Ferzan Özpetek’le söyleşti.
İşte bu söyleşiden önemli bölümler:
Çok sevdiğiniz İstanbul’u terk edip başka bir ülkenin insanı olmak kolay mıydı?
İlk zamanlar gerçekten zordu ama şu an İstanbul o kadar değişti ki… Mesela Kalamış, ben orada doğdum ve 17 yaşıma kadar da orada yaşadım. Ben 6-7 yaşındayken boynuma havlu alıp mayoyla denize giderdim. Ve o yaşlarımdayken Kalamış’taki tren hâlâ çalışıyordu. Şimdi kaç kişi biliyor ya da hatırlıyor ki orada bir tren yolu vardı, askeri bir trendi ve çalışıyordu? Sonra kapatıldı ve çocukluğumun yarısı o rayların üzerinde oynayarak geçti. Bahçe içinde evler vardı. Bunlar da önemli değil belki ama Kalamış’ta ipucu bile bırakmadılar artık, eski Kalamış’la alakalı en ufak bir ipucu yok. Dolayısıyla ben burada da olsam çocukluğumun özlemini çekeceğim. Kısacası ben zaten sürekli özlem duygusu içinde biriyim. Bu hem çok zor hem de bana bir yaratıcılık bahşettiğine inanıyorum. Hem yazarken hem de düşünürken…
Yazarlık nasıl başladı Ferzan Bey? Aslında sizin gibi senaryolar yazan biri için çok da sert bir geçiş değil, tahmin edebiliyorum ama edebi metin kurgulamak… Bir de opera var hatta!
Evet, doğru. Senaryo yazmak zaten bir başlangıç gibiydi. Ama operada da aynı şeyi yaptım ben; onu da hiç yapmamış, denememiştim. İlk Aida’yı yaptım ki çok önemliydi. Dünyaca ünlü Hint asıllı şef Zubin Mehta’nın yönettiği orkestrayla bir Verdi başyapıtını sahneye koyduk. Önce San Carlo Tiyarosu’nda yapmıştım. San Carlo, Leyla Gencer’in yıllarca star olduğu bir yer. Leyla Gencer hep orayı seçmiş kendine ve San Carlo’nun bir numaralı starı olmuş, yıllar boyu hep orada operalar yapmış. O da çok ilginç bir şey…
Sonrasında Maggio Musicale Fiorentino’ya geçtik ki burası en prestijli yerlerden birisidir. Operaya yaklaşımım da belki kitaba yaklaşımım gibi oldu: “Ferzan, sen amatörce ve içinden geldiği gibi davran. Senin hoşuna giden, sende duygu yaratan şeyleri yap. Yap ki onları başkalarıyla da paylaşabilesin.”
İkinci operam La Traviata da görülmemiş bir gişeye ulaştı. Fakat gişeden de güzel bir haber vardı benim için; hayatında hiç opera izlememiş insanlar oraya geldiler. Ve onlar bir yıllığına operaya abone oldular. Bir sürü insan bana “Senin sayende operayı tanıdım ve sevdim” dedi. Bu nasıl güzel bir şey, biliyor musunuz? Bunu, bu duyguyu paylaşmak çok güzel! Bunun yanı sıra eleştirmenler de çok iyi tepki verdi. Bunlar bana rüya gibi geliyor ve çok hoşuma gidiyor.
Yazdıklarınızı okurken bazen de kendimi kötü hissettim, itiraf edeyim. “Doğru aşk, doğru insan” konusunda öyle kendinizden emindiniz ki… Hem çok etkileyici hem de korkutuyor. Siz nasıl anladınız doğruyu bulduğunuzu?
Ben 41-42 yaşlarıma kadar çok sayıda farklı kişiyle karşılaştım. Şunu söylemeliyim: Bence sizin o anki kafa durumunuz, başınıza o ana kadar gelenler çok önemli. Değerlendirme gücünü bunlardan alıyorsunuz. Belki de o hayalini kurduğum kişi yanımdan çok daha önce de geçmişti ama ben onu fark edecek halde değildim o an. Bu pek çok kişinin başına geliyor, mutluluğun elini kolunu sallayarak yanınızdan geçip gitmesine izin veriyorsunuz öylece. Farkında bile olmuyorsunuz. Hatta bunu Cahil Periler’de bir replik olarak da kullanmıştım: “Hayat yanımızdan gelip geçiyor, farkına bile varmıyoruz” derken tam da bundan söz ediyordum.
Tesadüf diyorum, hatta güzel tesadüf. Bir de tabii şunu biliyorum; bir birliktelikte her şey harika olamaz. Olmaması lazım, inişli-çıkışlı olmalı. Bu gerçekte olduğunun ispatıdır.
Genelinde ben kendimi çok şanslı hissediyorum. Hatta bazen de her şeyin bu kadar iyi olmasından korkuyorum, başımıza bir iş gelir diye… Kitabı da bu yüzden yazdım.
“Anlatırsam bu tehlike azalır” diye mi düşündünüz yani?
Evet, bu korkudan.
Kaderci bir bakışa sahip olduğunuzu söyleyebilir miyiz öyleyse?
Kesinlikle.
Okuduğumuz kadarıyla çok çizgili, çok keyifli, özellikle de sosyal açıdan çok çeşitli, zengin bir hayatınız olmuş. Beni yadırgamazsınız umarım ama bu tür bir hayattan kaderciliğin çıkmasını hiç beklemiyordum, biraz şaşkınım.
Ama bazen buna inanmamak elde değil. Olaylar tamamen kontrolünüzden çıkabiliyor.
En benim diyen hür düşüncenin bile zaman zaman aşk ile farklı cinsel tercihleri yan yana koyamadığını görüyoruz. Bu neden böyle?
Bana filmlerimde (ve şimdi kitaplarım için de) hep eşcinsellik temasını işlediğimi söylüyorlar. Bunun nedenini sorduklarında benim filmlerimde eşcinselliğin olmadığını söylüyorum. Ben koymuyorum, başkaları çıkarıyor. Birçok ünlü Türk ve İtalyan yönetmen tanıyorum: Kendi cinsinden birine (bakın, asla eşcinsel kelimesini kullanmıyorum) âşık olan yüzlerce insan tanırlar fakat asla filmlerine koymazlar. Yani hayatlarından çıkarırlar. Ben de diyorum ki ben koymuyorum, zaten var! Benim yaptığım şey sadece buna sansür uygulamamak.
Bunun da sadece bu ülkede böyle olduğunu düşünmenizi istemem: Özellikle ilk filmlerimde İngiltere ve Amerika’daki eleştirmenlerin yazdıklarına çok dikkat ettim; onlarda da böyle bir fobik durum söz konusu. “Film iyi ama gay filmi” diyen var. Bu İngiltere’den gelen bir eleştiriydi. Hâlbuki İngiliz ve Amerikalıları biz çok ileri topluluk olarak görürüz, gelin görün ki onlar ileriliklerini gay kategorisine koyarak gösteriyorlar. Bunun ilerici bakışla alakası olamaz, düpedüz gericiliktir! Amerika’ya ya da İngiltere’ye gittiğimde Haman ve Cahil Periler’i dvd satan bir dükkânda arayıp bulamamıştım. Birine sordum, “Neden yok burada çıktığı halde,” dedim. “O dvd’ler gay bölümünde” dediler. Bunun adı ırkçılıktır ve bu korkunç bir şey! Birçok kişide hâlâ var ve devam edecek ama bunların olması ya da olmaması beni hiç ilgilendirmiyor. Çünkü ben hayatı, hayatımı anlatıyorum ve hiçbir şeyi değiştirmedim.
Yazar ve yönetmen olmayan Ferzan Özpetek’e sorularım var: Nasıl bir okursunuz?
Bazen altı ay boyunca hiçbir şey okumayıp sonra iki ay boyunca onlarca kitap okuyabilen biriyim. Kitap hediye etmekten de çok zevk alan biri Ferzan. Bazen çok sevdiğim bir kitap olur ve ondan yirmi tane birden alırım, sevdiğim herkese hediye ediyorum. Evime geldiğinizde dört-beş tane aynı kitaptan bulabilirsiniz çünkü onlar birisine hediye edilmek üzere bekliyorlardır.
Peki, siyasetle aranız nasıl?
Çok yakınım ve her şeyi çok yakından izliyorum. İtalya’daki siyasilerle çok dostluğum oldu ama bunun basına yansımasının yanlış olduğunu görüyorum. Çünkü o insanlar tamamen değişebiliyor. Siyaset insanları çok kirletebiliyor, bozabiliyor. Harika gördüğüm, taptığım insanlardan bazıları 3-5 yıl içinde gücü ele geçirince değiştiler. Bu yüzden artık kendimi o cenahtan uzak tutuyorum. Bir de neyin ne olduğunu bilmeden hareket etmiyorum ki eskiden ederdim.
Ben insana yakın olan, onu kollayan, iyiliğe teşvik eden bir siyaseti tutuyorum. Gerisinin ne olduğunu da siz anlayın!
Röportajı tamamı T24‘te!
Yorumlar
Melikeyorumu:
Ferzan’a “neden eşcinsellik temasına her filminde yer veriyorsun ?” diye soranlar dönüp kendilerine baksınlar. eşcinsellik konusunda bıkıp usanmadan üç maymunu oynadıkları için…