Türk – İslam Kültüründe Eşcinsellik: Sultan Mahmud ve Ayaz

Türk-İslam kültüründe eşcinsellik hem gelenek hem de inanç bakımından kabul görmeyen, doğal bir eğilimdir. Ayrı ayrı incelendiğinde kendisine sağlıklı bir yer edinemeyen eşcinsellik olgusu bu öğelerin birleşmesiyle de günümüzde de kendisine sağlıklı bir yer edinememiş, zaman ve mekan fark etmeksizin toplum baskısı, dışlanma hatta cezalandırma korkusundan mütevellit kapalı kapılar ardında, sessiz bir biçimde hatta belki …

Türk-İslam kültüründe eşcinsellik hem gelenek hem de inanç bakımından kabul görmeyen, doğal bir eğilimdir. Ayrı ayrı incelendiğinde kendisine sağlıklı bir yer edinemeyen eşcinsellik olgusu bu öğelerin birleşmesiyle de günümüzde de kendisine sağlıklı bir yer edinememiş, zaman ve mekan fark etmeksizin toplum baskısı, dışlanma hatta cezalandırma korkusundan mütevellit kapalı kapılar ardında, sessiz bir biçimde hatta belki de yer altında süregelmiştir. Uzun yıllardır İslam dini çerçevesi içerisinde bulunan Türk toplumun kendi eski adet ve anneannesinde yer edinememiş eşcinsellik, dinin de bu konudaki katı tutumunun etkisiyle tamamen kişinin içerisinde baskılanmıştı. Bir kültür ve bir öğreti olmayan eşcinsellik, dönem dönem baskı ve ötekileştirmeye maruz kalsa da kişinin doğasında geliştiği için tamamen silinmedi, silinemedi. 

Türk-İslam kültürünün mihenk taşlarından yola çıkarak geniş bir perspektifte ve tarihsel bağlamda incelenmesi için Gaznelilere kadar gitmek yeterlidir. İki simge isme bakarsak;

Gazneli Mahmud olarak bilinen Sultan Mahmud, Sebük Tekin’in oğlu, 11. yy’da Horasan, Afganistan, Kuzey Hindistan ve Maveraünnehir bölgelerini yönetmiş bir Türk-İslam hükümdarıdır,

Ayaz, Mesnevi’de anlatılanlardan yola çıkarak; yakışıklı, gürbüz ve fakir bir gençtir, bir av sırasında köylerine yolu düşen Mahmud’un evine uğradığı çiftçinin oğludur, Sultan Mahmud döneminde önemli görevler almış, yüksek rütbeli bir saray memurudur.

Bu iki isim Türk-İslam toplumlarının en büyük kutsiyet atfettikleri şairler olan Mevlana Celalleddin Rumi ve Hafız-ı Şirazi tarafından şiirlerinde birçok defa direkt konu veya dolaylı yoldan motif olarak işlenmişlerdir. Şimdiye kadar yazılan bu isimlerin hepsi tarihte ve kendi alanlarında önemli işler başarmış, üstlerine birçok yazılar yazılmış kişilerdir ve günümüz toplumu tarafından yazdıkları ve yaptıkları sorgulanmaksızın kabul edilir. Mevlana’nın Mesnevi’si Türkiye’de, Hafız-ı Şirazi’nin Divanı İran’da kutsal bir yazı muamelesi görmektedir ve isimleri hayırla yad edilmektedir. Keza Mahmud’un da adı hükmettiği bölgelerin şimdiki halkları için tarihe kazınmış büyük bir sultandır, Ayaz’ın adının büyük bir komutan ve devlet adamı olarak anılması gibi.

Şimdi ise mezkur şairlerin, mevzu bahis sultan ve adamını nasıl işlediği yazımızın temel kaynakları olacaktır.

Hafız-ı Şirazi’nin Haleilli şiirinde geçen bu kısım Mahmud ve Ayaz arasındaki sevginin normal bir dostluktan fazlası olduğunu gayet tabii bir şekilde açıklamaktadır.

 ‘Ruhsare-i Mahmud u kef-i pay-i Eyaz est’

‘Mahmud’un basılmak için uzattığı yanağı ile Ayaz’ın ayak tabanı’

Öncelikle tercümesini verdiğimiz beyitin şerhi, Mahmud diye bahsedilen kişi Sultan Mahmud olup bu güçte ve kudretteki bir kişinin kendisi için sadece ‘ordusunda komutan olan bir kişi’ için yüzünü onun ayak tabanı altına sermesi imkansızdır.

Mevzu bahis şiir, meşhur İran’lı şair Hafız-ı Şiraziye aittir ve bulunduğu dönemde eşcinselliğe göndermesi olan bir şiir yazması ve dahi hala coğrafyasının en itibar gösterilen şairlerinden biri oluşu şiirindeki gerçekliğin inkar edilemez oluşundandır. Şirazi, şiirinde bir ‘dostluk’ ilişkisine değil bir ‘aşk’ ilişkisine örnek olarak göstermiştir ki keza bir üst beyitte Leyla vü Mecnun ilişkisinden dem vurmuştur. Sultan ile Ayaz’ın aşkının ‘Leyla ile Mecnun’a benzetilmesi bir defalığına Hafız tarafından yapılmış bir benzetme değildir. Mevlana Celaleddin Rumi, Mesnevi isimli eserinde birçok hikaye ile dönemin günlük hayatına ve tarihsel gelişmelere dem vurur.

‘Talihin yaverliği, bahtının müsait oluşu yüzünden yücelmiş, âdeta bir Eyaz olmuştu. Padişah da sanki zamanın Mahmut’uydu.

Yukarıda kesiti alınmış bu örnek, bu sefer hikayenin asıl unsuru değil, hikayeyi bir nevi özetlemiş olan bir kıyastır. Çirkin kölesinin içini tanıması ile ona hayranlık beslemeye başlayan bir kişinin hikayesini anlatır. Mahmud ve Ayaz’ın örnek olarak kullanıldığı kısım ise sahibin, kölesine ne denli hayran olduğunu anlatmak için yazılmıştır.

‘Padisahın, Eyaz’ı söyletmek üzere mahsus ‘Bunca gamı, neşeyi, cansız bir şey olan çarıkla pöstekiye neden söylersin?’diye sordu.

Ey Eyaz, bir çarık parçasına su sevgi nedir? Neden bir put gibi ona asıksın?

Mecnun gibi kendi Leyla’ndan yüzünü çevirmişsin de bir çarığı kendine din, iman edinmişsin ki eski çarığa niceye kadar bir taze sözler söyleyerek, cansız bir şeye ezeli sırrı açacaksın?

Ey ayaz, Araplar gibi sevginden çöllerde kalan çadır yerlerine, oralardaki döküntülere uzun uzun hitap ediyorsun.

Çarığın göçüp giden hangi sevgilinden kalma?

Ayaz’ın kendi ile değil bir çarıkla oturup saatlerce konuşmasından dert yanan ve açıkça kıskanan Sultan Mahmud ‘Leyla-Mecnun’ örneğini vermiştir ki Leyla-Mecnun bir aşk hikayesidir. Buradaki ‘Kendi Leyla’ndan yüz çevirmişsin’ kısmında Ayaz’ın kendisi ile konuşmayı tercih etmemesi bizzat Sultan’ın ağzından aktarılıyor. Mevlana’nın ve Hafız’ın Leyla ile Mecnun benzetmelerinin fuzuli olmadığını, Sultan’ın da kendileri için aynı benzetmeyi kullandığını görüyoruz.

‘Ey Eyaz, söylemiyorsun, bu parlaklıkta, bu güzellikte olan bir mücevherin değeri nedir?

Eyaz, söyleyebileceğimden de artık deyince Padişah, peki dedi, hadi öyleyse hemen onu kır, hurdahas et.

Eyaz’ın yenlerinde taş vardı. Derhal onları çıkarıp mücevheri kırdı, un ufak etti.

Belki o saf ve temiz delikanlı, bu isi rüyada görmüştü de yenine, koltuğuna iki tas gizlemişti.

Yusuf gibi hani. O da isinin sonunun nereye varacağını kuyu dibinde görmüştü.

Kime fetih ve zafer, haber verirse onca murada erme de birdir, ermeme de.

Kimin payandası, sevgilinin, vuslatı olursa o, kırılmadan, savaşmadan ne korkacak?’

Padişah bu hikayede Ayaz’ın kendi istediğini yapmasını ‘Kimin payandası, sevgilinin, vuslatı olursa o, kırılmadan, savaşmadan ne korkacak?’ sözü ile açıklıyor, bu cümlede padişahın yerinde geçen kelime ise ‘sevgili’. Ayaz için kendisini ‘sevgili’ olarak tanımlayan Sultan, yine Ayaz için kendi rızasını kazanmayı ‘vuslat’ olarak belirtiyor. Vuslat kelimesi TDK Güncel Türkçe Sözlüğü’nde, sevgiliye kavuşma olarak açıklanıyor.

Mesneviden ve Şiraziden alınan bu örnekler bağlamında Mahmud ve Ayaz arasında, şairlerin aktardığı ve kendi ağızlarından da desteklenen romantik bir ilişkinin varlığı açıkça görülmektedir. Birçok defa padişahın ağzından kendileri için ‘leyla-mecnun’ benzetmesi çıkmış, kendisini Ayaz için ‘sevgili’ olarak tanımlamıştır. Keza Rumi ise birçok aşk benzetmesi için Mahmud ve Ayaz’ı kullanmıştır. Bu ise bir dönemin dilinde belki de günlük hayatında temsili bir aşk veya aşk hikayesi olarak Mahmud-Ayaz ikilisinin geçtiğini göstermektedir. Türk-İslam kültürü için bir mihenk taşı kabul edilen Gazneli Mahmud’un bu yönüyle de bilinmemesi için hiçbir sebep yoktur.

Yorumlar

Bir Yanıt Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir